10 Nisan 2008 Perşembe

3/C'nin günlük ödevi

Matematik yardımcı kitabı sayfa:163-164-165 yapılacak.
Verilen test yapılacak.

9 Nisan 2008 Çarşamba

Şiirler

YARGILAMA
Tutkum sevmektir benim, düpedüz ve yalın
Sevmek, acısını ve sevincini insanların Yemin ederim, başka suçum yok, inanın
Demek sen insanları seviyorsun ha
Sanık! Kalk ayağa
Evet, şairim, şiir de yazıyorum, doğru
Vazgeçilmez tutkum, ödevim benim bu
Düşünmeye, yazmaya benim de hakkım yok mu?
Demek sen şiir de yazıyorsun ha
Sanık! Kalk ayağa
Yıkıldım, ezildim, acılar çektim gerçekten
Ne yaşamaktan korkum var, ne de ölmekten
Aydınlık yakın, ben umutluyum gelecekten
Demek sen hala yaşıyorsun ha
Sanık! Kalk ayağa
Seveceğim elbette, yazacağım, yaşayacağım
Ayağa kalktım sayın yargıç
Ve hep böyle ayakta kalacağım
Ü.Yaşar OĞUZCAN

ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum
O.VeliKANIK

Fıkralar

BÖYLE SORUYA BÖYLE CEVAP

Renkli kişiliği ve düşük not vermesi ile öğrencileri arasında özel bir üne sahip olan felsefe öğretmeni, sınav yapacağı gün öğrencilere, önce kâğıt ve kalemlerini hazırlamalarını söyledi, sonra da sandalyesini kaldırıp masanın üzerine koydu. Sonra:"Sınav sorumu soruyorum" dedi. "Bu sandalyenin var olmadığınıkanıtlayınız."Sıfırcı felsefe öğretmeni, sınav kâğıtlarını okuduktan sonra, bu konudaki ününe gölge düşüreceğini bilmesine rağmen, hayatında ilk kez bir öğrencisine yüz üzerinden yüz vermek zorunda kaldı. Öğrencinin sınav kâğıdında yalnızca şu iki sözcük yer alıyordu : - Hangi sandalyenin?


KARNE

Karne günüydü.Küçük oğlan okuldan döndü.Annesi "Karnen nerede?" diye sordu. Çocuk güldü : -Arkadaşıma ödünç verdim. Babasını korkutacak...


GELİNLİK

Öğretmen derste şunları anlatıyordu:- Düğünlerde gelinler neden beyaz giyer bilir misiniz? Bu onların en mutlu günü olduğu için! Arka sıralardan bir ses yükselir;- Damatların neden siyah elbise giydiklerini şimdi anladım.
CENNETE ZENGİN HER ZAMAN GELMEZ

Yoksul köylü ölmüştü, gözlerini açınca cennetin kapısında buldu kendini. Bir de zengin adam bekliyordu sırada. Bir melek geldi, açtı cennetin kapısını altın anahtarıyla. Önce zengin girdi içeri, bir bando sesi duyuldu ansızın kapının arkasından. Marşlar çalındı, şarkılar söylendi, sevinç çığlıkları attı cennettekiler. Kapı yine açıldı, sesler kesilince, köylü içeri girdi.Bir melek karşıladı onu, "Hoş geldin köylü kardeş," dedi sadece. Hani, nerede bando? Neden söylenmiyor marşlar? Melekler neden dans etmiyor? "Ne biçim iş bu?" diye bağırdı köylü."Zengin adam girince içeriye şarkılar söylediniz, çalgılar çalarak karşıladınız onu. Ben yoksulum gerçi, ama dünyada kalmadı mı yoksulluğum? Herkes eşit değil midir cennette? "Eşittir," dedi melek."Zengin de bir bizim için, yoksul da. Yalnız unutma köylü kardeş, her gün yüzlerce yoksul gelir cennete, ama zengin dediğin yüz yılda bir gelir.Doğru söze ne denir.


ÇEKİRGE

Temel Üniversite de profesörmüs ve çekirgeler konusunda bir arastırma yapıyormus. Prof. Temel'in arastirma notları :1.gün- Çekirgenin 1 ayagını kopardıgımızda, zıpla deyince zıplıyor. 2.gün- Çekirgenin 2 ayagını kopardıgımızda, zıpla deyince zıplıyor. 3.gün- Çekirgenin 3 ayagını kopardıgımızda, zıpla deyince zıplıyor. 4.gün- Çekirgenin 4. ve sonuncu ayagını kopardigimizda kulaklari duymuyor...


BİJON

Adamın birinin arabasının lastiği delilerin kaldığı bir hastanenin önünde patlamış. Adam lastiği değiştirirken kenara koyduğu bijonlar oradaki kanalizasyon mazgalına düşmüş. Adam oturmuş kara kara düşünürken, olayı pencereden izleyen bir deli : - Abi ne düşünüyorsun kara kara, diğer 3 lastikten birer bijon sök, düşürdüğün lastiğe tak. 4 lastikte de 3'er bijon olur seni gideceğin yere götürür, demiş. Adam bu pratik çözüme çok şaşırmış ve deliye: - Ya benim aklıma hiç gelmedi. sen niye o hastanede yatıyorsun ki? demiş. Deli cevabı yapıştırmış: - Ben deliyim,aptal değil...


ÖĞÜNMEK GİBİ OLMASIN

Yeni gelen erata yzb. sırayla nereli olduklarını sormaktadır. -Ispartalıyım. -Adanalıym. Sıra Nuh'a gelirNuh: -Sivaslıyım gadasını aldığım yüzbaşım der. Yüzbaşı: -Senin şiven Kayseriliye benziyor.Doğruyu söylesene der. Bizim Nuh: -Sivaslıyım gözünün yağını yediğim. Yzb.Nuh'u kulağından tutup, -Son kez soruyorum doğruyu söylüyormusun?Yoksa seni vuracağım der.Öbür eliyle de çıkardığı tabancasını Nuh'un kafasına dayar.Yzb.adeta deliye dönmüştür.Bunun üzerine Nuh mırıldanır bir sesle: -Gayseriliyim yüzbaşım der. Yzb: -Peki şimdiye kadar niye söylmedin?Diye kükreyince bizim Nuh: -Öğünmek gibi olacaktı da yüzbaşım...


EVE GÖNDERDİM

Delileri uçağa bindirip, bir şehirden ötekine naklediliyorlardı. Ama o kadar çok gürültü yapiyorlardı ki, sonunda pilot dayanamadı. Uçağı ikinci pilota teslim ederek içeride ne olup bittigini görmek istedi. Deliler uçakta hep bir ağızdan bağırıp çağırıyorlardı. Baktı, en başta bir deli, ötekilere uymamış, akıllı, uslu oturuyordu. Pilot: -Sen neden bağırmıyorsun? diye sordu. Adam : - "Ben bunların öğretmeniyim. Onlarda benim öğrencilerim. Şimdi teneffüsteler de onun için ses çıkartmıyorum" diye cevap verdi. Pilot, çaresiz yerine döndü. Bir süre geçti. Bir an geldi ki sesler büsbütün kesiliverdi. Pilot: - "Aman çok güzel!" diye sevindi. "Herhalde kendini öğretmen sanan deli, ötekileri derse almış olsa gerek" diye düşündü. Ama dakikalar geçiyor, arkadan hiç bir ses seda çıkmıyordu. Pilot biraz daha bekledikten sonra merak etti. Gidip bakmak istedi. Bir de ne görsün! Uçağın kapısı açık ve içeride öğretmenden başka kimsecikler yok! Dehşetle sordu : -Ögrencilerin nerede?, diye... Öğretmen: - "Dersler bitti.Hepsini evlerine gönderdim!"


EN AKILLI DELİ

Bir gün doktorlar, tımarhanede yaptıkları araştırmada en akıllı deliyi seçeceklermiş. Bir gün delilerden biri bahçede bulunan havuza düşmüş ve boğulmak üzereymiş. Delilerden biri havuza düşen arkadaşını kurtarmaya çalışmış. Bunu gören doktorlar arkadaşını kurtaran deliyi yanlarına çağırmışlar ve "seni en akıllı seçiyoruz" demişler. Doktorlardan biri: "Peki kurtardığın arkadaşını çağır da sana teşekkür etsin" demiş. Deli: "Gelemez ki!" Doktor: "Neden gelemezmiş?" Deli: "Çünkü kuruması için onu astım!"


ANAM BABAM SENSİN

Yüzbaşının çok sevdiği ve güvendiği Onbaşı Mehmet`in cezalandırdığı er, yüzbaşının karşısında : -Komutanım benim bir şikayatim var. -Söyle. -Mehmet onbaşı beni döğdi. -Git, ben onun cezasını veririm. -Ama yüzbaşım; hem döğdi , hem söğdi. -Anladım, git cezasını veririm. -Anama babama laf etti. -Git cezasını veririz dedik ya. -Benim anam da yohtur, babam da yohtur. -Allah rahmet eylesin.Benim de öyle.Sen git anladım. -Ama yüzbaşım, Mehmet onbaşı benim anama da laf etti , babama da laf etti.Anam da yohtur, babam da yohtur.Anam da sensin, babam da sensin. Yüzbaşı : -Derhal koş; çağır Mehmet Onbaşı`yı buraya! dedi.


KARŞI KALDIRIM

Bir akıl hastası, bulunduğu kaldırımdan karşıya geçip rastladığı ilk görevliye sormuş : -Affedersiniz, karşı kaldırım nerede acaba? Görevli şaşırmış ama yine de karşı tarafı göstererek : -İşte şurada, demiş. -Kime yutturuyorsun yahu... Daha şimdi orda sordum, burayı gösterdiler!...


ALLAH'IN İZNİ İLE

Bir adam çiftliği için inek almaya gidiyormuş. Yolda arkadaşını görmüş. Arkadaşı:-Hayırola nereye böyle, demiş.Adam:-Benim çiftlik için inek almaya, demiş.Arkadaşı ise:-Neden öyle diyorsun? Allah'ın izniyle desene, demiş.Adam:-Ne gereği var. Cebimde para var mı? var, gideceğim yer belli mi? belli, demiş.Gelirken de arkadaşı tekrar adamı görmüş ve eli boşmuş.Arkadaşı:-Ne oldu alamadın mı ineğini, demiş.Adam da:-Allah'ın izniyle paramı çaldırdım, demiş.


GÜZELLİK

Temel'e hangisini seçersin diye sormuşlar. -Güzellik mi, aptallık mı? -Aptallık, demiş Temel, guzelluk geçicidur daa.


YER ÇEKİMİ

Küçük Rıza okuldan dönmüştü.Babası Temel'e anlattı: -Baba bilirmisin, yer çekimi kanunu olmasa şimdi hepimiz havada uçacaktık? -Vay anasını, dedi Temel.... Peki ne zaman kabul edilmiş bu kanun?


PLAKA

Temel birgün barda oturuyormus. Dursun koşa koşa yanına gelmiş. - Temel arabanı çalıyorlar demiş. Temel koşa koşa gitmiş.Döndüğünde Dursun sormuş : -Ne oldu ? Yakalayabildin mi ? Temel : -Yakalayamadım ama plakasını aldım.


TEMEL İLE CEMAL

Bir gün Temel ve Temal konuşuyorlarmış Temel Cemal'e şöyle demiş;Bir adam bana çok sempatiksiniz, dedi. Cemal;o ne demektir?Temel.-Bilmiyurum ama ben her ihtimale karşı vurdum oni.


58 KAYSERİLİ VE 1 LAZ

Bir uçakta 58 Kayserili ile 1 Laz yolculuk yapıyorlarmış.Kaptandan bir ses gelmiş: "Uçaktaki ağır eşyaların hepsini atın yoksa düşeceğiz.Bunun üzerine tüm ağır eşyalar atılmış.10 dak sonra kaptan tekrar seslenmiş."Uçağın sağ kanadını koparmak zorundayız yoksa düşeceğiz." Kanadı da koparmışlar.Sonra kaptan tekrar seslenmiş:"Sol kanadıda koparacağız."Uçak kanatsız ilerlerken kaptan seslenmiş:"Kusura bakmayın ama uçağın alt kısmını kesmezsek hepimiz öleceğiz."Tüm yolcular yukarıdaki tutacaklara tutunmuşlar ve alt kısım kesilmiş.Yolculuk devam ederken kaptan:"Bu son isteğim malesef kontrolü sağlayamıyoruz o yüzden içinizden 1 kişinin atlaması lazım." demiş.Bunun üzerine 58 Kayserili Laz'a dönmüşler.Laz ise şöyle demiş başını sallayarak:"Tamam tamam anladım ama hani alkış."kayserililerde alkışlamış...


KAYSERİLİ İLE KARADENİZLİ TİCARETİ

KayseriLi birgün hayvan pazarına bir inek almaya gitmiş.Karadenizlinin birisiyle pazarlığa tutuşmuş.Kayserili parayı vermiş,ineği alıp gitmiş.Aradan bir iki saat geçmemiş bunlar tekrar karşılaşmışlar. Karadenizli, Kayseriliye -Hani siz Kayserililer çok uyanıktınızya,ben seni kazıkladım sana sattığım ineğin ayağı topaldı demiş. Tabi bizim Kayserili de hemen cevap vermiş, -O da bişey mi?Benimde sana verdiğim paralar sahteydi.


ESAS AKIL

Bir akıl hastanesini ziyareti sırasında, adamın biri sorar:Bir insanın akıl hastanesine yatıp yatmayacağını nasıl belirliyorsunuz?Doktor:Bir küveti su ile dolduruyoruz. Sonra hastaya üç sey veriyoruz.Bir kaşık, bir fincan, ve bir kova. Sonra da kişiye küveti nasılboşaltmayı tercih ettiğini soruyoruz. Siz ne yapardınız?Adam:OOO ! Anladım. Normal bir insan kovayı tercih eder. Çünkü kova kaşık ve fincandan büyük.Hayır, der doktor. Normal bir insan küvetin tıpasını çeker.

İYİLİK MELEĞİ
Adamın işi varmış, Ankara'ya gidiyormuş, tam uçağa binerken kulağında bir ses : -Binme, bu uçak düşecek! Dönmüş, bakmış, kimse yok, ama içine de bir kurt düşmüş, binmemiş. İkinci uçağı beklerken kara haber ulaşmış : -Uçak düştü kurtulan olmadı! Koşmuş Haydarpaşa'ya, bilet almış, tam trene binecek, aynı ses kulağında -Binme bu trene, raydan çıkacak! Dönmüş, bakmış yine kimse yok, trene binmemiş, gelmiş eve, sabah gazeteyi açınca tüyleri ürpermiş : -Tren Eskişehir'de raydan çıktı şu kadar ölü, şu kadar yaralı... Allahına şükretmiş, koşup otobüse bilet almış, tam binerken yine o ses : -Bu otobüse binme, freni patlayacak! Dönmüş yine kimse yok! Dayanamamış, bağırmış : -Sen kimsin yahu? -Ben senin iyilik meleğinim! Adam iyice kızmış : -Ulan evlenirken neredeydin!

HASTANEDEN KAÇIŞ
Üç deli hastaneden kaçmak için karar verirler. Fakat üçüncü katta olduklarından işleri biraz zordur. En yaşlılarının aklına bir fikir gelir. - "Hergün bir çarşaf çalacağız, birbirlerine bağlayıp pencereden ineceğiz, üç çarşaf, üç gün sonra özgürüz."Anlaştıkları gibi her gün bir çarşaf çalarlar, üç çarşafı tamamladıktak sonra birbirlerine bağlarlar. En küçüklerinin denemesi için aşağıya sarkıtmaya karar verirler.- "Şimdi deneme zamanı en küçüğümüz ilk olarak denesin."En küçükleri bağlanan çarşaflardan aşağı iner bir süre sonra nefes nefese yukarı tekrar çıkar, gözleri çıkacakmışcasına: - "Mahvolduk, bittik, işimiz zor, çarşaf otuz santim uzun geldi makas lazım...!"

ALLAH ŞİMDİ NE YAPIYOR?
Bir gün yolda yaya giden bir bektaşinin önüne bir atlı çıktı: - "Baba" dedi, "bir müşkülüm var. Beni aydınlatır mısın?" Bektaşi yanıt verdi:- Elimden gelen bir şeyse, hay hay oğlum. - Şunu öğrenmek istiyorum: -Şu anda Allah ne yapıyor? Sualin münasebetsizliğine içerleyen derviş, hiç belli etmemiş: - Yanıt veririm ama bir şartla, sen o attan in, ben bineyim. - Neden? - Böyle yüksek bir suale yüksekten yanıt vermek gerekir de ondan! Adam attan inmiş, Bektaşi binmiş. Adam: - "Hadi" demiş "söyle bakalım. Allah şimdi ne yapiyor?" Bektaşi: - "Ne yapacak" demiş, "atı senin gibi bir budalanın elinden alıp, benim gibi bir akıllıya veriyor". Ve çalakamçı uzaklaşmış.

SOBADAKİ HİKMET
Fizikçi, matematikçi, kimyacı, jeolog ve antropologdan oluşan bir heyet bir araştırma için arazide bulunmaktadır. Birden yağmur bastırır. Hemen yakındaki bir arazi evine sığınırlar. Ev sahibi bunlara bir şeyler ikram etmek için biraz ayrılır. Hepsinin dikkati soba üzerinde toplanır. Soba yerden 1 m. kadar yukarda, altındaki dizili taşların üzerindedir. Sobanın niçin böyle kurulmuş olabileceğine dair bir tartışma başlar. Kimyacı, "adam sobayı yükselterek aktivasyon enerjisini düşürmüş, böylece daha kolay yakmayı amaçlamış"; fizikçi, "adam sobayı yükselterek konveksiyon yoluyla odanın daha kısa sürede ısınmasını sağlamak istemiş"; jeolog, "burası tektonik hareketlilik bölgesi olduğundan herhangi bir deprem anında sobanin taşların üzerine yıkılmasını sağlayarak yangin olasılığını azaltmayı amaçlamış"; matematikçi, "sobayı odanın geometrik merkezine kurmuş, böylece de odanın düzgün bir şekilde ısınmasını sağlamış"; antropolog, "adam ilkel topluluklarda görülen ateşe tapmanın daha hafif biçimi olan ateşe saygı nedeniyle sobayı yukarıya kurmuş". Bu sırada ev sahibi içeri girer ve ona sobanın yukarda olmasının nedenini sorarlar., Adam cevap verir: - "Boru yetmedi."

EVLİLİK
Mahkemede hakim, Temel'e sormuş: -Kiminle evlisin? -Bizum kariylan! Hakim sinirlenmiş: -E, herhalde, sen hiç erkekle evlenen duydun mu? -Duydum tabi, nasil duymadum!.. -Kimmiş? -Bizum kari.

RÜYADA İNCİ KOLYENİN ANLAMI..
Genç kadın sabah gözlerini açar açmaz kocasına rüyasını anlattı: Öyle güzel bir rüya gördüm ki" dedi. "Sen bana bir inci kolye hediye ediyordun. Acaba rüyada inci kolye hediye etmek ne anlama gelir?" Kocası hafifçe gülümsedi: Bakalım,akşama anlarız."dedi. Akşam eve döndüğünde, kendisini heyecanla bekleyen karısına elindeki paketi uzattı: Haydi açıver de,rüyada inci kolye hediye etmenin ne anlama geldiğini birlikte görelim."dedi. Kadın büyük bir mutlulukla paketi açtı ve... Sonra da kekeleyerek,çıkan kitabın adını okudu: "Rü-ya Ta-bir-le-ri"...

PAPAZ ve ZONGOÇ
Papaz iki metre ilerisinde duran zangoca sormuş :- Gizli sen mi içiyorsun kutsal şarabi?..Zangoç'ta derin sessizlik... İyice köpürmüş Papaz :- Sana soruyorum be adam! Duymuyor musun?..- Hayır, buradan hiçbir şey duyulmuyor efendim...- Olacak sey mi! İki adim öteden beni duymuyorsun...Zangoç bıyık altından gülmüş;- İsterseniz yer değiştirelim, anlarsınız...Yer değiştirmişler. Bu defa Zangoç seslenmiş :- Kilise için toplanan yardımları kim hiç ediyor?..Papaz kendi kendine söylenmiş :- Hakikaten yahu! Buradan hiç birsey duyulmuyor.

İyi Haber...
Doktor, hastasını özel bir odaya aldı ve söze şöyle başladı: "Size bir iyi, bir de kötü haberim var." "Önce iyi haberi söyleyin" dedi hasta. Ve doktor, önce iyi haberi söyledi: "Sizden sonra bir hastalığa adınız verilecek.

DAMATLAR
kadının birinin 3 damadı varmış ve merak edermiş damatları onu severler mi diye.EEE merak bu ya onları imtihan etmişe karar vermiş,birinci damatla yürürken kendini denize atmış, başlamış çırpınmaya.Damat kayınvalidesinin yüzme bilmediğini bildiği için hemen atlamış,kurtarmış.Sabaha kapısının önünde bir citroen Sara bulmuş bir de not: " Damat beni seviyor missun tessekurlerimle "Ertesi gün ayni senaryo ikinci damatla ve yine Sara ve ayni not.Cuma günü 3. damatla imiş.Atmış kendini denize.Damat bakmış kayınvalide çırpınıyor.dönmüş gitmiş yoluna.Kayınvali de boğulmuş tabii.Ertesi sabah kapıda bir Jaguar Daimler bulmuş bir de not:"Damat beni hakikatten seviyormuşsun sağ ol KAYINPEDER"

"EN BÜYÜK BENİM OĞLUM
Amerika'da koyu dindar dört kadın, bir yandan kahve içiyorlar,bir yandan sohbet ediyorlardı.. Birinci kadın, oğlundan söz açtı: "Benim oğlum rahiptir" dedi. "Bir topluluğa girdiğinde onu gören kendisine 'Peder' der.'' İkinci kadın da kendi oğlundan söz etti: "Benim oğlum ise papazdır"dedi."Bir topluluğa girdiğinde onu gören herkes kendisine 'Aziz Peder 'der.Üçüncü kadın da oğluyla övündü: "Benim oğlum ise kardinaldir" dedi.Bir topluluğa girdiğinde onu gören herkes kendisine' Yüce Aziz' der. Üç kadın oğullarıyla övünmelerini bitirdikten sonra,dördüncü kadını dinlemeye hazır olduklarını belirtmek için gözlerini ona diktiler, beklemeye-başladılar.Fakat dördüncü kadın konuşmuyor,büyük bir keyifle kahvesini yudumluyordu. İlk üç kadın bir ağızdan sordular. "Ya senin oğlun?"dediler."Sen de söz etsene oğlundan..." Dördüncü kahvesinden son yudumunu da aldıktan sonra ağır ağır konuşarak oğlunu anlatmaya başladı: "Benim oğlum 1,95 boyunda,dalgalı siyah saçlı,yeşil gözlü,geniş omuzlu,atletik yapılı,son derece şık giyinen ve 27 yaşında olmasına karşın çok zengin bir kişidir."dedi."Bir topluluğa girdiğinde onu gören tüm kadınlar birbirlerinin kulaklarına eğilirler ve 'Aman Tanrım' derler

BAŞKOMİSER DÜĞÜNDE,DAMAT KARAKOLDA
Amerika'nın küçük bir kasabasında trafik polisi, aşırı hız yapan motosikletli bir genci durdurdu; "Bu denli hızlı gitmen için hiçbir neden olamaz" dedi ve gence yüklü bir ceza yazdı.Acele bir işi olduğu her durumundan belli olan genç, heyecanlı bir biçimde bir şeyler anlatmaya çalıştı, Fakat polis kendisini susturdu,Heyecanlı genç bu uyarıya aldırmadan söylemek istediğini yeniden söylemeye kalkınca, trafik polisi "Polise karşı koymamanı söylemiştim, sana" diyerek motosikletli genci karakola götürdü, gözaltına aldı.Aradan iki saat geçtikten sonra trafik polisi, gencin yanma geldi ve onu biraz olsun avutmak istedi, "Bir saat kadar sonra baş komiser gelir ve eminim seni serbest bırakır" dedi.Çünkü şu saatlerde kızınım düğünü var ve düğünden de kesinlikle keyifli döner..." Genç.,başını iki yana salladı, "Hiç de keyifli döneceğini sanmıyorum düğünden"dedi. "Cünktü damat benim...

KOL...
Genç avukat, hırsızlıkla suçlanan müvekkilini hapis cezasından ancak,yaratıcı bir savunma yaparak kurtarabileceğini biliyordu. Bu nedenle savunmasını, sözcüklere dans ettirerek" yapmaya başladı. "Müvekkilim, arabanın camından içeri yalnızca kolunu sokup çantayı almıştır" dedi ve yargıcın hukuka olan saygısını hedefleyerek sürdürdü konuşmasını:, "Siz de takdir edersiniz ki, müvekkilimin kolu, müvekkilimin, bizzat kendisi değildir" dedi ve görüşünü şöyle sürdürdü: "Yalnızca bir kol tarafından işlenen bir suç için, kişinin suçsuz öteki kolunu, bacaklarını ve bedeninin suçsuz tüm organlarını da cezalandırmış oluyorsunuz. Bu kararınızla, suçsuz organları da hiç de hak etmedikleri bir ceza ya çarptırıyorsunuz."Genç avukat bu görüşünü açıkladıktan sonra yargıca sordu: "Bu davranışınızı, kişi hukukuna olan saygınızla nasıl bağdaştırabileceğinizi açıklayabilir misiniz?" Yargıç genç avukatın bu sözleri üzerine gülümsedi: Peki, o zaman ben de kararımı aynı mantık doğrultusunda veriyorum ve müvekkilinizin, suçlu kolunu bir yıl hapse mahkum"dedi.Sonra da kararını,gülümseyerek tamamladı. Müvekkiliniz isterse,hapsedilen koluna eşlik edebilir.Yargıcın bu kararından sonra gülme sırası,yargılanmakta olan hırsıza gelmişti.Genç avukatının yardımıyla takma kolunu çıkarttı,yargıca teslim etti ve öteki kolunu avukatının koluna sokarak mahkeme salonundan ayrıldı. .

MAFYA BABASI ve KURNAZ ÇEVİRMEN
Mafya babası, korkutabildiği kuruluşlardan alacağı haracı toplaması için sağır ve dilsiz tetikçi bulmuştu.Tetikçi polisin eline geçtiğini bir şey anlatamayacağını düşünüyordu. Mafya babası, bir süre sonra ödemelerde önemli gecikmeler olduğunun farkına vardı ve bunun hesabını sormaları iki adamını, tetikçiye gönderdi. Giden adamlar, sağır ve dilsiz tetikçiyle anlaşamayınca, mafya babası onu kendi odasına getirtti ve sağır ve dilsiz alfabesi bilen bir çevirmen buldurdu. Mafya babasının sorusunu çevirmen, sağır ve dilsiz tetikçiye işaretlerle sordu: "Paralar nerede?.." Tetikçi, aynı işaretlerle karşılık verdi: "Ne parası?.. Benim paradan haberim yok.. Hem neden söz ettiğinizi de anlamıyorum..." Çevirmen mafya babasına döndü ve tetikçinin yanıtını ona iletti: '"Benim paradan filan haberim yok.Hem neden söz ettiğinizi de anlamıyorum' diyor" dedi. Mafya babası belinden tabancasını çıkardı, namlusunu sağır ve dilsiz tetikçinin kafasına dayadı: "Şimdi son bir kez daha sor bakalım" dedi çevirmene. "Paralar nerede?.. " Çevirmen, yine el ve parmak işaretleriyle, mafya babasının dediklerini iletti: '"Şimdi son bir kez daha sor bakalım' diyor" dedi. "Paralar nerede?." Sağır ve dilsiz tetikçi,kafasına dayalı silahı görünce daha fazla dayanamadı, paraları sakladığı yeri açıkladı: "Central Park'ta, Batı 78'inci caddeye açılan kapıdan girince,soldan üçüncü ağacın kovuğunda 100 bin doları bulacaktır" dedi işaretle. Mafya babası, çevirmene döndü ve öfkeyle gürledi: "Çabuk söyle" dedi. "Ne dedi?.." Çevirmen tane tane konuşarak yanıt verdi: Dedi ki,'Bu adamın ne parasından söz ettiğini bir türlü anlamıyorum...' Ayrıca bir de şunu söyledi: 'O tabancayı karşısındakinin kafasına dayamak erkeklik değildir...' dedi. 'Ben erkek diye, o tetiği çekebilecek yüreği olan adama derim."

MAHO AĞA
Maho ağa, dağ, bayır gezerken bastığı yere dikkat etmez ve uçurumdan yuvarlanmaya baslar. Çizgi filmlerdeki gibi, uçurumun yarısında bir ağaç parçasına zor tutunur. Kendine gelince var gücü ile seslenir;- Ula yoharida kisme yoh miiiii?.....Sadece sesi yankılanmaktadır. Aradan biraz zaman geçer. Bir gayret daha;- Ula yoharida kisme yoh miiiii?....Hiç ses soluk yoktur. Epey zaman geçer. Hava kararmaya, tutundugu dal çatirdamaya baslamistir.Zaten kolunda da mecal kalmamistir.Son bir gayretle ve bagirmaktan kisilmis olan sesi ile:- Ula, ula yoharida kisme yoh miiii?.....Derken, nereden geldigi belli olmayan, içinden mi, dışından mı bir ses duyar;- Ben varım!...Gözleri parlamış ve azıcık can gelmiştir. Maho agaya;- Ula sen kimsin?- Ben seni yaratan Allah'ınım.- Bana bir çare Allahım ne olur.Allah;- Saatlerdir orada sabırla ve isyan etmeden bekledin ey kulum.Bu sabrının mükafatı olarak senin bütün günahlarını affettim. Birak elini ve gel cennetime!Maho aga azıcık k düşünür;-Ula başka kimse yohmiiiiiii?...

O KİM
İçeri giren adam;-Hasan çimdur????-Penum demiş Temel..Adam Temel'i bir güzel pataklamış ,sonrada çekip gitmiş ...Temel sakin sakin hiç istifini bozmadan;-Kandırdum oni,demiş...:)

ON YIL YEMEK BEĞENMEYEN KOCA
İki kadın,evlilikleri konusunda birbirleriyle konuşuyordu. Biri, üzgün bir biçimde kocasından dert yandı: On yıllık evliyiz ve kocamın, yemekten şikayetetmediği tek günümüz geçmemiştir"dedi."On yıl bıkmadan, usanmadan her gün, her akşam, evde ağız tadıyla bir yemek yiyemediğini, evde yemeğin bir gün bile birşeye benzemediğini söyleyip, durdu."Öteki kadın, arkadaşının bu durumuna çok üzüldü: Sen de ağzını açıp,kocana haddini bildirmedin mi hiç?"dedi. Birinci kadın, sakin bir biçimde yanıtladı arkadaşını: Ona haddini bildirmeme gerek yoktu ki" dedi."Kendi de kabul ediyordu çünkü, yaşamı boyunca bir türlü beceremediğini yemek yapmayı..."

DİLEK
Bir satış temsilcisi, sekreter ve genel müdür öğle yemeği için çıktıklarında eski bir lamba bulurlar. Hafifçe sildiklerinde bildiğimiz cin çıkar ve:-Her birinizin bir tek dileğini yerine getireceğim,der.Önce ben, önce ben diye atlar sekreter.-Bahama Adalarında dünyayı umursamadan bir sürat motoru kullanıyor olmak isterim,derken anında yok olur.Şimdi ben, şimdi ben diye saldırır satış temsilcisi.-Hawaii'de kumsalda özel masözüm, sonsuz pina colada kaynağım ve sevgilimle kumsal üzerinde keyifte olmak...derken isteği yerinegelmiştir bile.Evet, sıra sende,der cin müdüre. Müdür,-Şu ikisini yemekten sonra iş başında istiyorum,der.

SARIMSAK TARLASI...
Genç adamın biri,Dermiş babasına her gün;'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'Baba, itiraz eder,Olmaz öyle çok dost, hakikisiBelki bir, belki iki,Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...Devam eder durur konuşma...Aralarında baslar bir tartışma, Karar verirler bir sınava, Dostun hakikisini anlamaya... Bir aksam bir koyun keserler, Ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna, 'Hadi al bu çuvalı, simdi götür dostuna'. Çuvaldan kanlar damlamakta, Sanki öldürmüşler de bir adamı, Koymuşlar çuvala, Dıştan böyle sanılmakta. Delikanlı sırtlar çuvalı, Gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı. O dost, bakar ki bir çuval, hem de kanlı, Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına, Almaz içeri arkadaşını, Böylece tek tek dolaşır delikanlı, Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını. Ne çare, hepsinde de sonuç aynidir. Evlat geriye döner. Ama içten yıkılır... Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der. Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana. Baba ' hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim. Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona. Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar. Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar... Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte, Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye, Üzerine de serpiştirirler toprak. Belli olmasın diye dikerler sarımsak... Genç adam gelir babasına; 'Baba, iste dost buymuş' diye konusunca, Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarin git O'na, çıkart bir kavga,Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona, iste o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi. Sonra gel olanları anlat bana...' Genç adam, aynen yapar babasının dediğini,Maksadı anlamaktır dostun hakikisini, Babasının dostuna istemeden basar iki tokadı! Der ki tokadı yiyen DOST; 'Git de söyle babana, biz satmayız sarımsak tarlasını böyle iki tokada'!

ZENGİN OLMANIN ÖZEL SIRLARI VARDIR
New York'ta bir bankanın önünde duran son model Rolls Royce otomobilden inen adam, hızlı adımlarla bankaya girdi ve önüne çıkan ilk görevliye, bireysel kredi için başvuruda bulunmak istediğini söyledi. Görevli onu, müşteri temsilcisine götürdü. Adam, çok acele bir iş için Avrupa'ya gitmek zorunda olduğunu ve bu nedenle bir hafta vadeli beşbin dolar krediye gereksinim duyduğunu söyledi, Müşteri temsilcisi kısa bir araştırma yaptıktan sonra döndü, "Ticari ve mali sicilinizi inceledik. Bu krediyi almanız için bir engeliniz yok" dedi ve ekledi: "Fakat bir konuyu belirtmeliyiz. Bizim bankamızla daha önce biç çalışmamışsınız. Banka, olarak sizi resmen tanımıyoruz. Bu nedenle, söz konusu krediyi verebilmemiz için karşılığında sizden bir teminat almak zorundayız." Adam 'cebinden Rolls Royce'ıın anahtarlarını çıkardı, 'bankanın müşteri temsilcisine uzattı: "Çok acelem var, uçağa yetişeceğim" dedi. "Kapıdaki 'Rolls Royce 'umu teminat olarak alabilirsiniz." Kredi işlemleri çok hızlı bir biçimde tamamlandı,Banka görevlileri , RolIs Royce otomobili bankanın garajına çektiler, "adama da beş bin dolar krediyi verdiler. Müşteri temsilcisi, kişisel merakını gidermek için bir hafta boyunca özel bir araştırma yaptı ve bankalarının bu yeni müşterisinin çok büyük bir iş adamı ve çok büyük bir servet sahibi olduğunu öğrendi. Bir hafta sonra adam yeniden gelip, borcunun ana parası beş bin dolarla, 'bir haftalık faizi dokuz buçuk doları ödedikten sonra, müşteri temsilcisi bir türlü yenemediği merakının dürtüsüyle sordu: "Sizin,' çok büyük bir iş adamı ve çok ve büyük bir servetin sahibi olduğunuzu öğrendim"dedi. "Yalnızca kişisel merakımdan soruyorum. Lütfen söyler misiniz, sizin için çok küçük bir miktar olan beş bin dolarlık krediye neden gereksinim duydunuz?" Adam hafifçe gülümsedi: "'Siz de bana lütfen söyler misiniz?" dedi. "Böyle lüks bir Rolls Royce otomobili, New York'ta hangi kapalı garaja, bir hafta boyunca dokuz buçuk, dolara bırakabilirsiniz?"

UĞULDAYAN KULAKLAR,FIRLAYAN GÖZLER
Başvurmadığı doktor kalmamıştı.Kulaklarında sürekli bir uğultu vardı; gözleri ise her gün biraz daha dışarı fırlıyordu.Gittiği ilk doktor, bademciklerinin kesinlikle alınması gerektiğini söyledi.Bademciklerini aldırdı, fakat ameliyatın bir yararını görmedi. Adını duyduğu hemen her doktora başvurmayı sürdürüyordu. Bir doktor, rahatsızlığın dişlerden kaynaklandığını söyledi. Tüm dişlerini söktürdüğü takdirde, hastalığın ortadan kalkacağını ileri sürdü. Hasta denileni yaptı,tüm dişlerini çektirdi, fakat yine iyileşmedi.Gittiği son doktor ise, onu sıkıca kontrolden geçirdikten sonra, üzüntülü bir ifadeyle konuştu: Size gerçeği söylemek zorundayım dedi. Maalesef, sadece altı ay ömrünüz kalmış."Acı gerçeği olgunlukla karşıladı. Ömrünün son günlerini, gezip, tozarak, eğlenerek geçirmeyekarar verdi. Kendine önce, son model bir otomobil aldı ve bir şoför tuttu... Sonra da kentin en ünlü terzisine gitti, on takım giysi ısmarladı. Terzi dükkanına çağırılan gömlekçiye ise, on gün içinde dikip, teslim etmesi koşuluyla, iki düzine gömlek sipariş etti. Hemen işe başlayabilmem için ölçünüzü almalıyım"dedi gömlekçi ve aldığı ölçüleri, sesli olarak yineleyerek defterine kaydetmeye başladı: Hımmm... Kollar 58, yaka"dediği sırada, hasta adam birden karşı koydu:"Hayır, hayır, yanlış ölçtünüz boyumu,"dedi. Benim yakam 41 değil,"dir Gömlekçi, aldığı ölçünün yanlış olmadığını söyledi: "Yakanız 39 değildir"dedi. Hasta adam, bu kez öfkelenerek karşı koydu:"Kuzum, yıllardan beri giydiğim gömleklerimin yakasını bana mı öğreteceksin?"dedi."Ben hiçbir zaman 41 yaka ölçülü gömlek giymedim. Tüm gömleklerimin yakası, 39 dur."Gömlekçi de geri adım atmadı: "Asla olmaz, beyefendi"dedi. "Kesinlikle bir yanlışınız olmalı."Ve sözlerinin sonunu şöyle getirdi: "39 yaka giydiğiniz takdirde, kulaklarınız sürekli uğuldar ve gözleriniz yuvalarından fırlar..."


GENÇ PAPAZ

Bir köydeki boş bir kilisede vaaz vermesi için görevlendirilen genç papaz, kentteki evinden yola çıktı. Yolda şiddetli bir kar fırtınasına yakalandı. Yola erken çıkmış olduğu için tüm güçlüklere ve yerde otuz santim kalınlığa varan kara karşın kiliseye zamanında ulaştı. Genç papaz kiliseye girdiğinde içeride yalnızca yaşlı bir köylünün bulunduğunu gördü. Papaz belki başka gelenler de olur diye bir süre bekledi. Başka kimse gelmeyince yaşlı köylüye yaklaştı ve "Burada yalnızca sen varsın. Ne yapmamı istersin?" diye sordu. Yaşlı köylü gülerek "Ben yalnızca yaşlı bir köylüyüm. Çok şey bilmem. Fakat bildiğim tek şey vardır. Eğer ahıra yalnızca bir at gelirse ben o atı beslerim" diye yanıt verdi. Genç papaz,"Bu yanıtın yeterli" diyerek kürsüye çıktı ve vaazına başladı. Tüm bildiklerini sıralayarak uzun bir vaaz verdi. Vaazı bittiği zaman saatine baktığında tam bir buçuk saattir konuştuğunu gördü. Kürsüden indi, yaşlı köylünün yanına gitti ve "Peki şimdi ne düşünüyorsun?" diye sordu. Yaşlı köylü bir dakika durdu, sonra şu yanıtı verdi: "Ben yalnızca yaşlı bir köylüyüm"dedi. "Çok şey bilmem. Ama bildiğim tek şey vardır. Eğer ahıra yalnızca bir at gelmişse, ben yemin tümünü ona vermem."

ALTI YIL VADELİ ÇEK
Motosikletli bir genç Teksas'da bir çiftliğin yanından geçerken, bir buzağıya çarptı ve hayvanın ölümüne neden oldu. Hemen çiftliğe gitti,kazayı çiftlik sahibine anlattı ve buzağının parasal değerini ödemeye hazır olduğunu söyledi. Çiftlik sahibi, buzağı için değişik iki değer bildirdi:"Bugünkü değeri gerçi 200 dolar kadardır ama" dedi. "Altı yıl sonra tam 900 dolar değerinde bir inek olacaktı."Motosikletli genç cebinden çek defterini çıkardı, üzerine 900 dolar yazdı ve... Ağzı kulaklarına varan bir biçimde yazılanları izleyen çiftlik sahibinin gözleri önünde çekin tarih bölümüne, altı yıl sonrasının tarihini yazdı.

YAŞLILIĞIN BAŞKA NEDENLERİ DE VAR
Genç bir bayan önünden geçmekte olduğu evin balkonunda,sallanan,koltuğuna gömülmüş yaşlı adamı görünce onu selamlamadan geçmek istemedi. Ayak üstü selamlaşmadan sonra genç bayan,yaşlı adamla biraz konuşmak istedi. "Ne kadar huzurlu ve mutlu bir ifade var yüzünüzde" dedi. "Söyler misiniz lütfen, böylesi bir uzun ömrü neye borçlusunuz?" Koltuktaki yaşlı adam güldü: "Günde üç paket sigara, her hafta bir kasa viski içerim" dedi "Etin kırmızısını ve yağlısını yerim, spor da yapmam, yürümüş de yapmam ' Genç bayan şaşırdı: "Ne kadar ilginç" dedi. "Kaç yaşınızdasınız?" - Karşıdan kısa bir yanıt geldi: "Yirmi altı."

İKİ DİL İKİ KEDİ
Fare bir peynir kokusu duyup, kafasını dışarı uzatmıştı. Fakat bu­nun kedinin bir tuzağı olabileceğini düşünüp dışan çıkmadı. Bekledi ve biraz sonra "miyav" diye bir ses duydu. Ertesi gün de peynir kokusu­nu aldı ve "miyav"sesini duydu, yerinden çıkmadı. Sonraki gün "havhav" diye bir ses duydu ve kedinin oralarda olmadığını anlayarak dışarı çıktı.Çıkmasıyla pençe yemesi bir oldu Kedi­nin tuzağına düşmüştü. Kedi yerde baygın yatan fareyi yanındaki yavrusuna gösterip açıklama yaptı: -Bak yavrum,sana dememiş miydim, ikinci dil gibisi yok diye.

Kendi Yazdığım Öyküler

ORMANDAKİ PERİ
Bir varmış, bir yokmuş.Bir orman varmış.Bu ormanın ismi hatıra ormanıymış.Bu orman çook büyükmüş.Bir de bu orman büyülüymüş.Bu ormanın bir perisi varmış.Bu peri çook güzelmiş. Ormana bir şey olsa hemen gelir düzeltirmiş.Bu peri çoook iyi kalpliymiş. Herkesi çook severmiş. Bir gün orman yanmış.Peri, sihirli değneğini bir ağaca deydirmiş..Orman eski hale dönmüş..Ormandaki tüm hayvanlar yanmaktan kurtulmuş.Mutlu mutlu yaşamışlar....


İNSU VE KÖPEĞİ KARA

Bir varmış,bir yokmuş.Bir zamanlar İnsu ile köpeği Kara varmış.İnsu'nun köpeği çoook akıllıymış."Patini ver."desen verirmiş.İnsu 3. sınıfa geçmiş.İnsu iki kardeşmiş.Birde ağabeyi varmış.Kara'yı ikisi eğitmişler.Kara çoook büyümüş.Üçü mutlu mesut yaşamışlar...

Atasözleri

Çam sakızı, çoban armağanı
İnsanlar birbirlerini sevindirmek,mutlu etmek için karşılıklı hediyeleşirler.Bu hareket insanların gönüllerini okşar,onları birbirlerine yaklaştırır.İnsan ne kadar yoksul olsa da böyle bir eylemde bulunmak ister.Ne var ki o,varlıklı insanlar gibi değeri yüksek armağanlar veremez.Onun armağanı küçük bir şeydir.Ama taşıdığı değer büyüktür.Davranışı da soylucadır.

Çabuk parlayan, çabuk söner
1.Bazı insanlar vardır ki bir olay karşısında çok çabuk öfkelenip kızarırlar.Ancak öfkelenip kızdıkları gibi de çabuk sakinleşirler.2. Bazı insanlar hak etmedikleri halde,kimi yolları kullanarak,yasa ve kurallara uymaksızın önemli mevkilere,makamlara çok kısa zamanda gelirler;ancak o görevin ehli,o makamın adamı olmadıkları anlaşıldığında da çabucak o yerden uzaklaştırılırlar.

Çağrılan yere erinme, çağrılmayan yere görünme
İçinde yaşanılan toplumda sosyal ilişkiler oldukça önemlidir. Bu sebeple yapılan davetlere-çok önemli bir sebep yoksa-bir nezaket gereği olarak gitmelidir. Toplum dayanışması bakımından bu bir görevdir. Kişi, çağrılmadığı yere ise gitmemelidir. Geleneğimize göre çağrılmadığı yere gitmek terbiyesizlik ve yüzsüzlüktür. Çünkü gittiği o yerde insanların rahatını kaçırabilir.

Çalıda gül bitmez, cahile söz yetmez
Her varlığın bir niteliği, bir yapısı vardır. Gülü, ancak gül ağacından alabilirsin. Bir çalının gül açması mümkün değildir. Çünkü tabiatına aykırıdır. Bunun gibi cahil kimselere de bir söz anlatmak hemen hemen mümkün değildir. Çünkü cahil kimsenin kavrayışı kıttır, ayrıca inatçıdır ve bildiğinden de şaşmaz. Dolayısıyla onu yola getirmek, ondan olumlu davranışlar beklemek son derece zordur; ona ne söylerseniz boşa gider.

Çivi çıkar ama yeri kalır
Birine yaptığımız kötülüğü ne denli gidermeye çalışırsak çalışalım, yeni de o kötülüğün bir izi ve hatırası kalır. Bunun için kimseyi incitmemeye, kırmamaya gayret edelim.

Çivi çiviyi söker
Güçlü bir şeyin etkisine, en az kendisi kadar güçlü bir başka şeyin etkisiyle karşı konabilir.Çobana verme kızı, ya koyun güttürür ya kuzu.1. Kararını vermeden önce iyi düşün. Kızını vereceğin kimse ne işle ilgileniyorsa, kızın da o işle ilgilenmek zorunda kalacaktır. 2. İncelikli, hassasiyet gerektiren bir işi, o işten anlamayan birine teslim etme. Kabalığı, beceriksizliği, dikkatsizliği yüzünden işi berbat edebilir.

Çobansız koyunu kurt kapar
1. Elindeki nesneleri kaybetmek, birine kaptırmak istemiyorsanız gereken önlemleri alıp koruyunuz. 2. Yöneticisi ve koruyucusu bulunmayan, başsız kalan toplum onun bunun saldırısına uğrar; sonunda dağılıp çözülür.

Çocuğa iş buyuran, ardına kendi düşer (Çocuğa iş, ardına sen düş/ Çocuğu işe sal, ardınca sen var)
Çocuk gerek yaşı, gerek bilgi ve becerisi sebebiyle kimi işlerin altından kalkamaz. Çocuğa yapamayacağı, üstesinden gelemeyeceği, belli bir sorumluluk gerektiren işi yükleyen kimse, bunun farkına vardığı anda onun arkasından gitmek ve işle ilgilenmek zorunda kalır.

Çocuğun bulunduğu yerde dedikodu (gıybet) olmaz
1. Çocuk, bir sözün nereye varacağını bilmez. Onun için sözün gizlisi ya da saklısı da olmaz. Duyduğunu hiç umulmadık bir anda ve yerde lâf olsun diye söyleyip başkalarına aktarabilir. Bu korkuyla çocuğun bulunduğu yerde başkasını çekiştirme olmaz, dedikodu yapılmaz. 2. Çocuğun bulunduğu yerde dedikodu olmaz. Çünkü herkes çocukla meşgul olur, oyalanır ve dedikoduya fırsat bulamaz.

Çocuğun yediği helâl, giydiği haram
Çocuğun sağlıklı, dinç ve güçlü olması için iyi beslenmeye ihtiyacı vardır. İyi beslenmeyen çocuk kimi hastalıkların pençesine kolayca düşebilir ve sağlıklı bir gelişim gösteremez. Bu bakımdan onun gelişip büyümesi, iyi beslenmesi için ne kadar para harcansa yerindedir. Ancak giyim için yapılan hesapsız harcamalar doğru değildir. Çocuk giydiği elbisenin kıymetini bilemez, hor kullanır, kirletir ve paralar. Ayrıca gittikçe büyüdüğü için bugün kullandığını yarın da kullanamaz. Bu sebeple gerekli olan dışında çocuğu pek pahalı giysilerle donatmak yanlıştır.

Çocuk büyütmek taş kemirmek
Çocuk büyütmek büyük fedakârlık ister. Çünkü anne baba çocuğu büyütmek için türlü zahmetler çeker, büyük emek verirler. Gerek yeme ve içmeleri, gerek eğitimleri için ellerinden geleni yapıp olmadık zorluklara katlanırlar.

Çocuk düşe kalka büyür
Hemen her çocuk emeklemeye, yürümeye başladığı zamanda sık sık düşüp şurasını ya da burasını incitebilir. Bu durum son derece doğaldır. Anne baba bunun için kaygı duymamalıdır.

Çocuktan al haberi
1. Çocuk gizlilik kavramından haberdar değildir. Dolayısıyla duyduğu şeyi kolayca başkalarına söyleyebilir. Bunun yanlış olduğunu da düşünemez. Bu sebeple başkasının duyması istenmeyen, sır olarak kalması gereken şeyleri çocuğun yanında konuşmaktan kaçınılmalıdır. 2. Çocuklar yaşları gereği yalan dolan nedir pek bilmezler. Kendilerine sorulan bir şeyi, bildikleri ve tanık oldukları bir olayı, duydukları bir sözü olduğu gibi anlattıkları, çarpıtmadıkları için haberin doğrusu çocuklardan alınır.

Çoğu zarar, azı karar
Her şeyin bir ölçüsü ve bir sınırı vardır. Bunları ihlâl eden, aşan, aşırıya kaçan insan zararla karşılaşır. Böyle bir sonuçla karşılaşmamak için en uygun ölçü olan “karar” sınırında kalınmalı, öteye gidilmemelidir.

Çok arpa atı çatlatır
At arpayı çok sever ama ölçüyü kaçırıp da gereğinden fazla yerse zararını hemen görür. Bunun gibi her işte de bir ölçü vardır, ölçüyü kaçırıp işte aşırı gitmek zararımıza olur.

Çok bilen çok yanılır
Bir insan çok bilgi sahibi olabilir. Ama bu demek değildir ki her şeyin mahiyetini biliyor. Onun da bilmediği, inceliğini kavramadığı pek çok şey vardır. Bu bakımdan bilgisi sebebiyle bir insan kendisine güvenip öyle olur olmaz şeylere karışmamalıdır. Yoksa yaptığı bir hareket, söylediği bir söz, fark etmediği bir durum onu yanılgıya düşürüp zor durumda bırakabilir.

Çok gezen çok bilir
Bilgi edinmenin çeşitli yolları vardır. Bunlardan biri de gezip görerek öğrenmedir. İnsanlar gezdikleri yerlerde gördükleriyle ilgili pek çok bilgi edinirler. Ne kadar çok yer gezerlerse, bilgileri de o kadar çok artar; bu yolla, bildikleri üzerine bilgi katarlar, bilgi dağarcıklarını zengin kılarlar.


Çok havlayan köpek ısırmaz
Bilinen şu ki, bağırıp çağıran, yapacağı kötülüğü açıkça söyleyen, sözleriyle karşısındakini korkutmaya çalışan kimse, saldırıda bulunamaz; istese de bunu yapamaz. Bunun aksine, sesini çıkarmayıp sinsice hareket edenler tehlikelidirler. Onlar yapacaklarını yapıp gösterirler.

Çok koşan (seğirten) çabuk (tez) yorulur
Hemen her işte sağlıklı sonuca ulaşmak dengeli çalışmakla mümkündür. İnsanın gücü bellidir. Gücünün üstünde çalışır, aşırı çaba gösterirse çabuk yorulur; yorgun düşer, dolayısıyla sonuca da geç ulaşır. Gücünün üstüne çıkmadan, kendisini çok yormadan çaba harcayanlar hem sürekli çalışırlar, hem de sonuca daha kolay ulaşırlar.

Çok söyleme arsız olur, aç koyma hırsız olur (Aç bırakma hırsız olur, çok söyleme arsız olur)
Yönettiğin, eğittiğin, koruduğun kimselere aşırı ölçüde söylemek, ardı arkası kesilmeyen buyruklar vermek, eleştirilerde bulunmak sözlerinin gücünü kırıp tesirsiz bırakabilir; dolayısıyla o kimseler yüzsüz ve söz dinlemez olurlar. Benzer bir şekilde bu kimseleri aç da bırakma, haklarını ver; gerek yiyecek, gerek para bakımından bir sıkıntıya düşürme; yoksa onları kötü yola iter, hırsızlığa sevk edersin.

Çok yaşayan bilmez, çok gezen bilir
İnsanın bilgisi yaşıyla ölçülemez. Uzun bir ömür süren ama çevresinden hiç ayrılmayan kimselerin bilgileri de sınırlıdır. Oysa çok gezen, çok yer gören kimseler daha bilgilidirler. Çünkü onlar gördükleri yerler hakkında ayrı ayrı bilgiler edinmişler ve bilgi dağarcıklarını zenginleştirmişlerdir.

Çürük tahta çivi tutmaz
1. Gerçek niteliğini yitirmiş, aslı bozulmuş, eskimiş, işe yaramaz bir hâle gelmiş bulunan bir şeyi, ne kadar uğraşırsak uğraşalım faydalanabilecek bir duruma getiremeyiz. 2. Şahsiyetini yitirmiş, soyluluğu kalmamış, kaypak ve güvenilmez kimselerle bir işe girişilemez. Bu gibi kimselerle kurulacak ilişkilerin sonu hüsranla biter.

Beni Tanıyın

Merhaba ben bu sitenin sahibiyim.

Siteyi beğendiniz mi?